Yazmak Keyiftir. Com
Çocukluğumda 6-7 Eylül hadiselerinde olanları konuşurlardı büyüklerim. İstiklal caddesinin devasa bir yağma alanına döndüğünü, nadide kumaş toplarının bir ucunun Tünel diğer ucunun Galatasayda olduğunu, kiliselerden çalınan şamdan, ikonaların ellerde dolaştığını ve Rum, Ermeni asıllı vatandaşlarımızı nasıl kovduğumuzu anlatırlardı. Rumlar ve Ermeniler vatanlarından görgü, kültür ve adetlerini de alarak çekip gitmişlerdi, arkalarında koca bir medeniyet kara deliği bırakarak. Kadere bakın ki, babamın iş yeri İstiklal Caddesi üstünde oldu ve tarih geldi Vakko Mağazası ile birlikte babamı da o caddeden kovdular. Belkide o caddenin kaderini 1955 de İstiklal yerine yitiş, terkediliş olarak değiştirmişlerdi. Ve bizler o tarihte açılan kara deliğe bugün düşüp kayboluyorduk.
Bugünlerde çocukluğumun geçtiği İstiklal Caddesindeki kitapçıları kovuyorlar veya kapanmaya mahkum ediyorlar. 2011 Nisanında İstiklal Kitabevi kapandı, Sibel Erkan Daş'ın kızı Nar'a yazarak kitapevinin camına astığı hazin bir veda mektubuyla. Yakın zamanda Bakırköyde büyük kitabevleri kapandı birer ikişer. Şimdilerdeyse Robinson Crusoe 389 can çekişiyor ve kapanmamak için kendince bir yardım çağrısı yayınlıyor. Homer, Beşiktaş Kabalcı da kapanmak ya da çok ufalmak zorundalar.
Pazar öğleden sonralarını hiç sevmem ben. Hayatımın ortasına İncir ağacı diken her şey Pazar akşamüstlerinde oldu hep. Bir hazan ve hüzün zamanıdır pazar akşamüstleri benim hasılı ömrümde. Bugün de öyle. Haluk Şahin hocanın YURT Gazetesindeki makalesini okuyorum gözlerim dolarak. Yine hüzün. Eylülün bu ilk gününde kapanmakta olan kitabevlerinden, hazan yapraklarından, İstiklal Caddesindeki kültür halısının üstüne yağan erken sonbahar yağmurundan bahsediyor.
Bir ülkede kitapçıların kapanması ne kadar hazin ve iç burkucudur. Birer kültür, görgü ve medeniyet hazinesi olan bu kurumların birer ikişer yok olması gerçek anlamını ilerde anlayacağımız derin boşluklar bırakır. Bir gün gidersiniz çocukluğunuzda dondurma yediğiniz pastahane yerinde yok, bir eksiklik hissedersiniz. Duvarınızdan, geçmişinizden bir tuğla çekilip alınmıştır. Başka bir gün hiç unutamadığınız kırmızı papuçlarınızı babanızın size aldığı ayakkabıcının yerinde yeller esiyor, bir tuğla daha eksilir o duvardan. Bir gün gelir gençlik dostlarınızla çakır keyif olduğunuz meyhaneyi yok etmişlerdir, bir delik daha açılır duvarınızda. Ve nihayet bir gün gelip o caddeye gittiğinizde caddeyi de tanıyamazsınız, kendinizi kaybolmuş hisseder ve bir köşeye sinersiniz.
Artık duvar yıkılmıştır, siz yoksunuzdur, dostlarınız dağılmış, aşklarınız çalınmıştır. Kimliğiniz o caddeyi kateden yeni yığınların ayakları altında mı diyerek aranır durursunuz. Heyhat, çabalar artık nafiledir.
1990 lardan beri eline OLDURMA yetkisi verilmiş bilinçli bir akıl OLDURMAK yerine İSTANBUL'u ve bir çok kenti taammüden ÖLDÜRÜYOR ve bizlerde bu suça ortak oluyoruz. Bir gün hayatımızın, kendi ördüğümüz bir tımarhane hücresinde o hücreden kurtulmayı planlarken çıldırarak sonlanacağını bilmeden.