Yazının, güzel yazmanın bir görgü ve kültür olduğuna inanırım hep. Yazının güzelleşmesi ise çalışma ve terbiyeyle mümkün. Yani edeple duranın tabiyetiyle zaten yoluna girer ve çalıştıkça da ilerler.
Yavuz eniştem ki, hem benim gibi bahriyelidir hem de güzel yazı yazar, ilk o aşıladı güzel yazmayı bana. Yavuz eniştemi Yavuz zırhlısına hayran olduğum için daha bir sever, saygı duyarım. Kalem açkısı yapabilmeyi, derinliği, perspektifi ufak yaşlarda onun himmetiyle öğrendim.
Sonrada her bir taşından manâ ve ilim fışkıran Üsküdar'ın, sokaklarına dizilmiş dükkanlarındaki sanatkarlarından.
Bunlardan bir tanesi de Aktar Mustafa Düzgünman hoca idi. Hurufat sembolizmasını, manasını çok güzel anlatırdı, nadide ebrular yapardı. Hat ve kitab cildini iyi bilir ve öğrettiklerinin arasına derin anlamları olan hikayeler serpiştirirdi. Dükkanı bir bilim merkezi gibiydi. Zaten zayıflama merkezi olmazdan önceleri İstanbul'un aktarları, sahafları çok farklı ilim odaklarıydı. Tabiatıyla "Aktarlık ve sahaflık da birer ilimdir" diye dşünürüm hep.
Bir gün kendisine "Yazının mı? Yazanın mı? hükmü yok" diye edepsizlik makamından sual etmiştim, haddimi aşarak. "Altında kalacağın sorular bunlar" demişti de, sorduğum sorunun ayırdımına yıllar sonra varana kadar hep sesi kulaklarımda çınlamıştı. Sorumun ardından müşterileriyle ilgilendikten sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmıştı.
❝Hafız Osman Efendi Osmanlı Devleti’nin en büyük hat sanatı ustalarından biridir. Emekliliğini müteakib, dinlenmek için o devrin en sakin semtlerinden biri olan Üsküdar’a yerleşir. Bir gün, soğuk ve fırtınalı bir günde kayıkla Beşiktaş’a geçmek ister. Sahilden bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman Efendi, yanında para olmadığını ya da almayı unuttuğunu fark eder. Fakat geri dönüp para tedariki için artık çok geçtir. Su üstündedir.
Meselenin halli için kayıkçıya “Efendi, yanımda param yok, ben sana bir ‘vav’ çekeyim, sen bunu sahaflara götür, karşılığını alırsın.” der. Kayıkçı, yüzünü buruşturup biraz da söylenerek yazıyı alır. Bir zaman sonra kayıkçının yolu sahaflara düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlara alınıp satılıyor, cebindeki yazıyı hatırlar ve satıcıya gösterir. Satıcı yazıyı baktığında, ‘Hafız Osman Vav’ı’ diyerek açık artırmaya başlar. Sonunda çok iyi bir fiyata satar. Kayıkçı, bir haftalık kazancından daha fazlasını bu ‘vav’ ile kazanmıştır.
Gel gelelim, bir gün Hafız Osman Efendi, mutat üzre karşıya geçerken yine aynı kayıkçıyla karşılaşır. Karşı kıyıya varmak üzereyken ücretler toplandığında Hafız Osman Efendi de parayı kayıkçıya uzatır. Kayıkçı, “Efendi, para istemez; sen bir ‘vav’ çek yeter.” der. Hafız Osman, tebessüm ederek cevap verir kayıkçıya: “Efendi, o ‘vav’ her zaman yazılmaz. Sen dua et, başka bir gün para kesemi yine evde unutayım…❞
Mustafa DÜZGÜNMAN hocaya saygıyla şimdi varın siz cevaplayın ❝Hüküm Kimindir.❞
Yavuz eniştem ki, hem benim gibi bahriyelidir hem de güzel yazı yazar, ilk o aşıladı güzel yazmayı bana. Yavuz eniştemi Yavuz zırhlısına hayran olduğum için daha bir sever, saygı duyarım. Kalem açkısı yapabilmeyi, derinliği, perspektifi ufak yaşlarda onun himmetiyle öğrendim.
Sonrada her bir taşından manâ ve ilim fışkıran Üsküdar'ın, sokaklarına dizilmiş dükkanlarındaki sanatkarlarından.
Bunlardan bir tanesi de Aktar Mustafa Düzgünman hoca idi. Hurufat sembolizmasını, manasını çok güzel anlatırdı, nadide ebrular yapardı. Hat ve kitab cildini iyi bilir ve öğrettiklerinin arasına derin anlamları olan hikayeler serpiştirirdi. Dükkanı bir bilim merkezi gibiydi. Zaten zayıflama merkezi olmazdan önceleri İstanbul'un aktarları, sahafları çok farklı ilim odaklarıydı. Tabiatıyla "Aktarlık ve sahaflık da birer ilimdir" diye dşünürüm hep.
Bir gün kendisine "Yazının mı? Yazanın mı? hükmü yok" diye edepsizlik makamından sual etmiştim, haddimi aşarak. "Altında kalacağın sorular bunlar" demişti de, sorduğum sorunun ayırdımına yıllar sonra varana kadar hep sesi kulaklarımda çınlamıştı. Sorumun ardından müşterileriyle ilgilendikten sonra aşağıdaki hikayeyi anlatmıştı.
❝Hafız Osman Efendi Osmanlı Devleti’nin en büyük hat sanatı ustalarından biridir. Emekliliğini müteakib, dinlenmek için o devrin en sakin semtlerinden biri olan Üsküdar’a yerleşir. Bir gün, soğuk ve fırtınalı bir günde kayıkla Beşiktaş’a geçmek ister. Sahilden bir kayığa biner. Yol bitmek üzereyken kayıkçı ücretleri ister. Fakat Hafız Osman Efendi, yanında para olmadığını ya da almayı unuttuğunu fark eder. Fakat geri dönüp para tedariki için artık çok geçtir. Su üstündedir.
Meselenin halli için kayıkçıya “Efendi, yanımda param yok, ben sana bir ‘vav’ çekeyim, sen bunu sahaflara götür, karşılığını alırsın.” der. Kayıkçı, yüzünü buruşturup biraz da söylenerek yazıyı alır. Bir zaman sonra kayıkçının yolu sahaflara düşer. Bakar ki yazılar, levhalar iyi fiyatlara alınıp satılıyor, cebindeki yazıyı hatırlar ve satıcıya gösterir. Satıcı yazıyı baktığında, ‘Hafız Osman Vav’ı’ diyerek açık artırmaya başlar. Sonunda çok iyi bir fiyata satar. Kayıkçı, bir haftalık kazancından daha fazlasını bu ‘vav’ ile kazanmıştır.
Gel gelelim, bir gün Hafız Osman Efendi, mutat üzre karşıya geçerken yine aynı kayıkçıyla karşılaşır. Karşı kıyıya varmak üzereyken ücretler toplandığında Hafız Osman Efendi de parayı kayıkçıya uzatır. Kayıkçı, “Efendi, para istemez; sen bir ‘vav’ çek yeter.” der. Hafız Osman, tebessüm ederek cevap verir kayıkçıya: “Efendi, o ‘vav’ her zaman yazılmaz. Sen dua et, başka bir gün para kesemi yine evde unutayım…❞
Mustafa DÜZGÜNMAN hocaya saygıyla şimdi varın siz cevaplayın ❝Hüküm Kimindir.❞