Erguvan Kalemden Mehmet Arkadaşımız, son yazısında defterlere yazılması gerekliliği üzerine güzel bir yazı yazmıştı. Bu yazıyı okuduktan sonra, bir defter ne zaman hayat bulur?, ne zaman yaşlanır? gibi sorular aklıma takılmıştı. Bomboş ve ıssız bırakılmış defterleri, izi silenemeyecek bir yara ya da doğamamış bir bebe gibi düşünmüşümdür hep.. Boynu bükük ve hayat bulamamış defterler..
Bence bir defter ana rahmine, ilk sayfasına ilk harf yazıldığında düşer.. Ve son sayfasında başlayan sancılarla son satırının son harfiyle doğar..
Defterlerin yaşama tutunması ve bize ait olmaları için keyifle yazmalıyız her şeyimizi.. İçtiğimiz sudan, nefes aldığımız havaya.., sevinçlerimizden hüzünlerimize, kayıplara ve hayatımıza yeni katılanlara kadar..
Ancak böylelikle bir defter hiç bir zaman ölmez, hep yaşar, hep anlatır bizi ve bizden parçaları, aynı bir aynanın aksettirdikleri gibi..
Onda yalın, onda çıplak, onda muhtaç, onda sevgiliyizdir hiç bir yerde olmadığımız, olamayacağımız kadar...
Bence bir defter ana rahmine, ilk sayfasına ilk harf yazıldığında düşer.. Ve son sayfasında başlayan sancılarla son satırının son harfiyle doğar..
Defterlerin yaşama tutunması ve bize ait olmaları için keyifle yazmalıyız her şeyimizi.. İçtiğimiz sudan, nefes aldığımız havaya.., sevinçlerimizden hüzünlerimize, kayıplara ve hayatımıza yeni katılanlara kadar..
Ancak böylelikle bir defter hiç bir zaman ölmez, hep yaşar, hep anlatır bizi ve bizden parçaları, aynı bir aynanın aksettirdikleri gibi..
Onda yalın, onda çıplak, onda muhtaç, onda sevgiliyizdir hiç bir yerde olmadığımız, olamayacağımız kadar...